Sayfalar

Venezuela – ABD Oyun Planı ve buna nasıl karşılık verilmesi gerektiği

Moon of Alabama 

24-01-2019


Moon of Alabama Amerika’nın Venezuela’da başlattığı darbe girişimine ilişkin bir analize yer verdi.


ABD yönetimi dün Venezüela’nın sağ kanat ‘muhalefet lideri’ Juan Guaido’yu ülkenin devlet başkanı olarak tanıdı. 

Güney Amerika’nın sağ kanatın yönetimde bulunduğu bir dizi ülkesi bu hamleye katıldı. Küba, Bolivya ve Meksika ise katılmayı reddetti. 

Rusya, Çin, İran ve Türkiye, Nicolas Maduro’nun seçilmiş hükümetini desteklemeye devam ederek darbe girişimine karşı seslerini yükselttiler. 

Avrupa Birliği’nin ortak bir fikri yok; neoliberal Fransa darbe yanlısı, İspanya ise karşıtı. 

Venezüela şimdi bütün yıl boyunca süreceği anlaşılan çatışmaya hazırlanmalı ve bunun mümkün olduğunca kısa sürmesini sağlamak için her şeyi yapmalı. 

ABD’nin Venezüela’nın meşru hükümetine karşı uzun süredir planladığı hamle sadece bir başlangıç. Bu plan, ortalığı kızıştırmaya öncülük edip sızma misyonuna çevirecek şekilde tasarımlandı -Burada duramayız!- işe el koyacağız. 

Burada, dünyadaki en büyük petrol rezervleri, yani 300 milyar varilden fazla petrol mevzu bahis. 

ABD maşası Guaido, Venezüela’nın petrol yasalarını değiştirerek ABD lehine çevirmeye söz veriyor. Bolivarcı hükümet ise petrolü yoksulları desteklemek için kullanıyor. 

ABD’nin Venezüela hükümetine karşı rejim değişikliği operasyonu için oyun planı Senatör Marc Rubio tarafından Başkan Yardımcısı Mike Pence’in desteğiyle yazdı: 

“Amerika’nın Bay Guaido’yu Venezüela’nın meşru başkanı olarak tanıması, sembolik bir önlemden çok daha fazlası ve Bay Maduro için yeni zorluklar sunuyor. Trump yönetimini böylesi bir adım atmaya iten Florida’nın Cumhuriyetçi senatörü Marco Rubio, bu fikri, tutkulu biçimde teşvik etti. 

Rubio, Senato’da 15 Ocak’ta yaptığı konuşmada, Guaido’yu başkan olarak atamanın Venezüela’nın ABD’de dondurulmuş halde bulunan milyonlarca dolarlık varlığının muhalefet milletvekillerinin kullanımına sunmayı sağlayacağını, onların da bunu yeni seçimlerin fonlanması ve insani destek için kullanabileceğini söyledi.” 

Venezüela’nın ABD ve Britanya’nın ‘dondurduğu’, yahut pratikte çaldığı paranın hakiki miktarı birkaç milyar dolar, öyle birkaç milyon değil. 

ABD’nin hoşlanmadığı hükümetlerin sahibi olduğu paranın böylesine dondurulması pek bilindik. ABD’nin uzun süredir diğer bir sürü yaptırımlarla birlikte yürüttüğü ekonomik savaş, Venezüela ekonomisinin toparlanmasını neredeyse imkânsız kılıyor. 

Şimdi ABD Venezüela’ya akması gereken bütün paraya el koyacakken, Venezüela da ABD’ye bütün petrol ihracatını durdurmalı. 

Bazılarının sahibinin Venezüela olduğu bir dizi Amerikan rafinerisi belli bir özel düzeyde Venezüela petrolüne dayalı ve yakında başları derde girebilir. Bu da Washington’daki havayı değiştirmeye yardımcı olabilir Çin de daha fazla Venezüela petrolü satın almakla ilgilenebilir. 

Venezüela’daki muhalefet dondurulmuş paralara erişim sağlayarak muhtemelen silah alacak ve hükümet ve destekçilerine karşı iç savaşta paralı askerlerden ordu yaratacaklar. 

Suriye’de olduğu gibi ABD özel güçleri ve CIA ile çalışan bazı özel güvenlikçiler de yardıma hazır olacaklar. Böylesine bir savaşın tedarik hattı büyük olasılıkla Kolombiya’dan geçecek. Eğer 2011’de Suriye’de olduğu gibi karada savaş planlandıysa, büyük olasılıkla sınıra yakın şehirlerde başlayacaktır. 


Fakat askeri çatışmanın başlatılmasından önce ABD ve Venezüela muhalefeti diğer yolları deneyecek. 

ABD’nin açıklamasının ardından Maduro Caracas’taki bütün Amerikalı diplomatların ülkeyi 72 saat içerisinde terk etmesi çağrısında bulundu. 

ABD artık Maduro’yu tanımadığından bu çağrıyı reddetti. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ‘ilişkilerin geçiş başkanı Guaido üzerinden yürütüleceğini’ duyurdu.

Bu reddiye büyük olasılıkla planlandı ve elçilik baskını gibi bir sert reaksiyonu provoke etmesi düşünüldü. 

Normal bir süreç altında Venezüela hükümeti Amerikalı diplomatlar yasal olarak korundukları elçilik dışına adım attıklarında onları tutuklayabilirdi. 

Uçağa bindirilip ülkeden çıkartılabilirler. Fakat anlaşılan ABD bu çatışmayı planladı ve diplomatlar uzun süre elçilikte kalmaya hazırlandılar. 

Venezüela’nın yapabileceği en iyi şey basitçe elçiliği tecrit etmek. Bu tecrit, yanıltma harekatlarını önleyecek şekilde çok iyi korunmalı. 

Hiçbir ziyaretçi içeriye sokulmamalı. Elçiliğin bütün iletişim hatları kesilmeli (bu halde bile uydu iletişimi olacak) ve elektrik ve su da rasyona bağlanmalı. 

İnsani yardım ancak özel talep üzerine verilmeli. Bu işi ‘kitabına uygun yapmak’ önemli ki ABD bu konuyu kullanarak meseleyi tırmandıramasın. 

‘Muhalefet lideri’ Juan Guaido ihanet halindedir. Kendisi, ekibi ve destekçileri bulunup hapse konulmalı. Münasip koşullarda ancak sıkı askeri koruma altında tutulmalılar. 

Daha geniş bir savaş başlatmadan önce muhalefet sokaklarda dayanılmaz bir kaos yaratmaya çalışacak. 

2016’da başarısızlıkla sonuçlanan şiddet gösterilerinde olduğu gibi, muhalefete bağlı göstericiler silahlandırılacaklar. Polis saldırıya uğrayacak ve iki taraftan da insanlar ölecekler. 

Bütün bunları makul bir düzeyde tutmak silah ve şiddet yanlılarını ayıracak önlemler almak en iyi yol. Polis bunu başarabilmek için sahada iyi bir istihbarata ihtiyaç duyacak. 

ABD kendi pozisyonu için olumsuz sonuçları olacağını olmadıkça bu darbeyi görmeye hazırlanmış görünüyor. İçeride yasadışı rejim değişikliği girişimi sözde ‘sosyalist’ demokratların bile desteğine sahip. 

ABD propaganda aygıtı, ana akım medya ve çeşitli sosyal medyada ‘bot’ hesap üzerinden kampanyaları devrede. ABD’deki özel sosyal medya şirketleri – facebook, Instagram ve Twitter Maduro’nun resmi hesabını ‘tanınmayan’ olarak yeniden tanımladılar. 

‘Onaylanmış’ bir mavi tık yok artık. Amerika’nın sesi Guaido’nun kendisini etrafında birkaç yüz kişiden oluşan bir kalabalık olduğu halde başkan ilan ederkenki videosunu gösterdi. 

Ardından başka bir noktada onu destekleyenlerin sayısının çok olduğu izlenimi yaratacak kalabalık görüntülere geçildi. Amerikan şehirlerinde Maduro karşıtı reklamlarla dolaşan kamyonlar belirdi ve bir dizi propaganda hesabından görüntü ve diğer sahte iddialar devreye sokuldu. 

Bu ani lokasyon değişikliğinin sevimli bir versiyonu bir tweet hesabında çıktı: “@emojupiter isimli hesap 19 Ocak’ta Paris’te küçük bir apartmanda moda çalıştığını belirtip ‘Hayat güzel’ derken, 24 Ocak tarihli tweet’inde bu kez ‘Venezüela’da yaşadığını basit insani ihtiyaçları bulamadığını, bir parça ekmek için saatlerce kuyruklarda beklediğini’ yazarken görüldü. 

Venezüela hükümeti böylesine bir çatışmayı nasıl kazanacağına dair Suriye ve Rusya ile danışmalı. Maduro’nun atmak zorunda olduğu en önemli adım sahadaki desteğini artırmak. 

Chavez yönetimi altında ve şimdi de Maduro’nun yönetimindeki Bolivarcı hareket hala çok geniş desteğe sahip olsa da petrol fiyatlarındaki düşüşten sonra yaşanan ekonomik kırılmaya bağlı olarak yoksul kesimden biraz destek yitirildi. 

Bu duruma bir ölçüde ABD yaptırımları neden oldu ancak büyük ölçüde ekonomi politikalarının yanlış yönetimi ve yolsuzluktan kaynaklandı. Rusya ve Çin’in getirdiği milyarlarca kredi ve yatırım iyi kullanılmadı. 

İyi hazırlanmış bir yolsuzluk karşıtı kampanya halkın desteğinin artmasına yardım edecek ve Çin ile Rusya’nın meşru hükümetin arkasında durması için güven sunacaktır. 

Bir başka adım muhalefetin makul kesimleriyle erkenden diyalog kurmak olmalı. Pek çok insan Maduro hükümetini sevmiyor olsa bile yine pek çoğu çok bariz olan Amerikan destekli müdahaleyi doğru bulmayacaktır. Bu insanlar kazanılabilir. Katolik kilisesinden onlarla görüşmeler için arabuluculuk yapması istenebilir. 

Venezüela ordusu seçilmiş başkanını destekleme sözü verdi. Bunu şiddetin artırılmasına yönelik girişimlere karşı harekete geçmek için kullanmalı. Suriye’deki çatışmadan çıkan ders, uzatılmış bir çatışmanın, kuluçkaya yatmış savaşı erkenden, keskin ve kararlı bir reaksiyonla bitirmekten çok daha fazla kayıplara ve hasara sebep olacağıdır. 







Adana mutabakatı, Türkiye’nin 'berat belgesi'

Alptekin Dursunoğlu

29/01/2019

Fırat’ın doğusu ile İdlib’deki fiili durumların Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde yarattığı kırılganlık, Türkiye için görünür kazanımlar sunsa da belirsiz tehditler de içeriyor. 

Fırat’ın doğusu ile İdlib’deki fiili durumların Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde yarattığı kırılganlık, Türkiye için görünür kazanımlar sunsa da belirsiz tehditler de içeriyor. 

Suriye’nin toprak bütünlüğünü “ülkemizin beka meselesi” [1] olarak tanımlayan Ankara’nın ‘Adana mutabakatına’ dair yaptığı son tefsir, belirsiz tehditleri göz ardı edip görünür kazanımların cazibesine kapıldığını gösteriyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre Adana mutabakatı “Türkiye'nin herhangi bir olumsuz gelişmede o topraklara girmesinin önünü açıyor.” [2]

Bu mutabakat, gerçekten Türkiye’ye Suriye’nin kentlerini ele geçirme ve İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ifadesiyle oralara “kaymakam, savcı ve emniyet müdürü atama [3] hakkı veriyor mu? sorusu en başından anlamsız. 

Çünkü Adana mutabakatını, gündeme getiren taraf, Şam’ın Suriye üzerindeki egemenliğini tanımayan Ankara değil, Suriye topraklarına Şam’ı egemen kılmaya çalışan Moskova oldu. 

Dolayısıyla Rusya Başkanı Putin, bunu Amerika’nın çekileceği yerlere Türkiye’nin girmesine değil; Ankara’nın Şam’la ilişki başlatmasına hukuksal zemin oluşturduğu için söz konusu etti. 
   
Ankara’nın Adana mutabakatı tefsiri 

“Nitekim Sayın Putin de bunu özellikle gündeme getirdi; Adana Mutabakatı önemli bir konu. Türkiye bunu işlemeli. Bunun Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını hissettirebileceği önemli bir anlaşma olduğu kanaatindeyim. “Türkiye’yi buraya kim davet etti?” diyenlere karşı, o mutabakatı masaya getirmemiz lazım.” [4]

Erdoğan’ın Adana mutabakatıyla ilgili bu açıklaması iki konuyu açıklığa kavuşturuyor: 

1- Putin’le yaptığı görüşme öncesinde Erdoğan’ın zihninde Adana mutabakatı diye bir şey yoktu. 

2- Ankara, Adana mutabakatını Suriye’ye yeni askeri müdahaleler yapmak için fırsata dönüştürmek istiyordu. 

Öte yandan Ankara’yla Şam arasında diyalog zemini yaratmaya çalışan Putin’i reddetmeden bu zemini sabote etmenin en iyi yolu, Adana mutabakatını hem Şam hem de Rusya açısından en kabul edilemez şekilde yorumlamaktı. 

Ayrıca Adana mutabakatına dair bu ‘kabul edilemez yorum’, mevcut Suriye politikasıyla Ankara’ya şu kazanımları vaat edebilirdi: 

- Rusya’nın onayı ile daha önce ele geçirilen ‘Fırat Kalkanı’ ve ‘Zeytin Dalı’ bölgeleri, hukuksal bir statü kazanır. 

- Gelecekte İdlibMenbic ve Fırat’ın doğusuna yapılacak muhtemel askeri harekat için yasal gerekçe oluşturur. 

- Şam’ın göstereceği tepkiden dolayı, Ankara-Şam diyalogu, Putin’e ret cevabı verilmeden sabote edilmiş olur. Hatta bundan dolayı Şam suçlanır. 

Ankara’nın Adana mutabakatı yorumu ve Suriye hedefleri ile ilgili bu sonuçları Erdoğan’ın şu açıklamalarından çıkarıyoruz: 

"Güvenli bölge ve tampon bölge tesisi sözünün birkaç ay içinde yerine gelmesini bekliyoruz. 

Bu güvenli veya tampon bölgeyi kesinlikle, aksi takdirde biz oluşturacağız. Müttefiklerimizden tek beklentimiz Türkiye'nin bu çabasına lojistik destek vermesidir. Suriye halkını, güya teröristlerden ve rejimin zulmünden korumak üzere kurulan adı var kendi yok uluslararası koalisyonun böyle bir bölgeyi oluşturması da güvenliğini sağlaması da mümkün değildir. 

Yıllardır bize karşı teröristlerin safında olanlara böyle bir fırsatı vermeyeceğiz. Bölge halkının, can ve mal emniyetine, haklarına, kültürüne, değerlerine saygı duyulmayan hiç kimseyle böyle bir yola girilemez.” 

“… Bizi birilerinin davet etmesine gerek yok. Biz 1998de Adana Mutabakatıyla zaten bunu imza altına aldık. Bu imza, Türkiye'nin herhangi bir olumsuz gelişmede o topraklara girmesinin önünü açıyor ve bölücü terör örgütü mensuplarının da bize teslimini gerektiriyor.” [5]

Mağluplar cephesi ve pazarlık cephesi 

Ankara, Adana mutabakatına ilişkin böyle bir yorum yapma ve Suriye’de tek taraflı olarak güvenli bölge oluşturma cesaretini nerden alıyor? 

Bu sorunun cevabı aslında yazının ilk cümlesinde verilmişti: Fırat’ın doğusu ile İdlib’deki fiili durumların Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde yarattığı kırılganlık, Türkiye için görünür kazanımlar sunuyor. 

İdlib ve Fırat’ın doğusu, Suriye’nin yeniden toprak bütünlüğüne kavuşmuş normal bir ülke haline gelmesini engelleyen iki bölge. 

Tarafları, pozisyonları ve talepleri dikkate alındığında bu bölgelerden İdlib’i ‘mağluplar cephesi’, Fırat’ın doğusunu ise ‘pazarlık cephesi’ olarak adlandırmak mümkün. 

Mağluplar cephesi: Kendilerini “peçete gibi kullanılıp atılmış” [6] hissedenler, “teröristler” ve Türkiye, İdlib’deki tarafları oluşturuyor. Her üç taraf da şu an savunma pozisyonunda ve tek talepleri İdlib’deki mevcut durumu yaşatabilmek. 

Suriye hükümetinin alternatifi olarak desteklenenler çöpe atıldığı, Suriye ordusunun alternatifi olarak desteklenenler “terörist” ilan edildiği için İdlib, artık sadece mağluplar cephesi. 

Sınırı bulunmasından kaynaklanan mecburiyetle İdlib ilgisini sürdüren Türkiye ise artık 2011’deki gibi devrime rol model veya lider olmak ile övünemiyor; komada olan ‘devrimin’ cenazesinin en sağlıklı şartlarda defnedilmesine öncelik veriyor. 

Pazarlık cephesi: Suriye savaşının ‘tarafsızı’ olan PYD ile mağlubu Amerika da bu cephenin taraflarını oluşturuyor. 

Bu cephenin tarafları Suriye topraklarındaki varlıklarını, Şam’dan siyasi taviz elde etmek için pazarlık kozu olarak kullanıyor. İdlib’dekiler gibi abluka pozisyonunda değiller; ama Şam’a istediklerini yaptırabilecek seçeneklerden de mahrumlar. 

Savaşın başlarında Şam’dan yana olmadığı gibi Amerika ve müttefiklerinin devrim projesine de katılmayan PYD, ‘tarafsızlığın’ hem külfetlerine katlandı hem nimetlerinden yararlandı.

Savaşın başlarında Türkiye’nin devrim projesine katılma teklifini [7] reddeden PYD, tarafsızlığının getirdiği külfetleri azaltmak ve nimetlerini ise arttırmak için 10 Ekim 2015’te [8] tarafsızlığını Amerika lehine bozdu. 

2015’e kadar tarafsızlığın külfetleri de nimetleri de mütevaziydi; ancak Rusya’nın müdahalesi ile savaşın seyrinde değişen denge, PYD için bağımsızlığa kadar giden büyük fırsatlar da varoluşsal tehditler de yaratabilirdi. 

Devrim projesinin ‘vekil unsurları’ İdlib’e hapsedildiği için artık sahada ‘asıl unsurlar’ kalmıştı. Suriye, Rusya, İran ile Amerika ve Türkiye’den oluşan asıl unsurların barışı, ‘ihya edici’, savaşı ise ‘imha edici’ olacaktı. 

PYD’nin fırsatları ve tehditleri 

Şam, PYD’yi hiçbir zaman terörist olarak görmedi, savaşın başlarında tarafsızlığından dolayı hatta destekledi; her zaman da Suriye’nin üniter yapısı çerçevesinde tüm taleplerini müzakere etmeye açık olduğunu söyledi. [9]

Rusya, ise henüz Amerika sahada yokken PYD ile temastaydı ve Şam’ı federalizm seçeceneğine [10] ve PYD ile uzlaşmaya teşvik etti. 

Dolayısıyla Türkiye dışındaki ‘asılların’ tamamı PYD’ye tehdit değil sadece fırsat sunuyordu. PYD için tek ölümcül tehdit ise Türkiye’den geliyordu. 

PYD, kendisine üniter yapı içerisinde fırsat öneren Şam’ı ve federalizm çerçevesinde fırsat öneren Moskova’yı değil, Washington’u müttefik edindi. 

PYD’nin bu tercihinde Ankara’nın ölümcül tehdidinden korunma güvencesinin mi yoksa Şam’ın veya Moskova’nın fırsat önerisinden daha büyük olan Washington’un bağımsızlık vaadinin mi etkili olduğunu bilemiyoruz. 

Ancak PYD, Amerika’yı yanında gördüğünde Şam’dan federalizm istiyor, Türkiye’yi karşısında gördüğünde ise Suriye’nin üniter sınırlarına [11] sığınıp Şam’dan destek talep ediyor. Böylece Şam karşısında fırsatlarını arttırmaya, Türkiye karşısında ise tehditlerini azaltmaya çalışıyor. 

Her halükarda PYD, hem 2011 öncesi ile kıyaslanmayacak büyük fırsatlar konusunda hem de Türkiye’nin varoluşsal tehditlerine karşı korunma konusunda çok sayıda seçeneğe sahip. 

Amerika, ortağına fayda düşmanına zarar vermekten aciz 

Buna karşı savaşın mağlubu olan Amerika, değil Suriye’de düzen kurucu olabilmek, Şam’a bir şey yaptırabilecek seçeneğe bile sahip değil. 

Amerika’nın Suriye’deki yasadışı varlığından başka Şam’a karşı pazarlık kozu olarak kullanabileceği bir kozu zaten yoktu. O kozu da zaten -İsrail için bile değil- Netanyahu’nun siyasi ikbali için kullandı ve İran’ın çekilmesi karşılığında Suriye’den çekilme şartına dönüştürdü. Bunu bile başaramayınca da karşılıksız çekilme kararı aldı. 

Dolayısıyla Suriye’de başından beri düzen kurucu değil sadece sabotajcı rolü oynayabilen Amerika’nın çekilme kararıyla bu rolü de zayıflamış oldu. 

Başkalarının seçeneksizliğinden seçenek üretmek 

Suriye savaşında Amerika ile aynı kategoride yer almasına rağmen, Türkiye’nin Suriye’de Amerika ile kıyaslanmayacak avantajlar elde ettiği açık. 

Bunu kanıtlayan nesnel gerçekler şunlar: Düne kadar Amerika dış etkiler sebebiyle Suriye’den çekilmeyi geciktirirken; Türkiye dış etkiler sebebiyle Suriye’ye daha fazla giremiyordu. 

Bugün ise Amerika Suriye’den çekilirken, Türkiye daha fazla girmek için gerekçe yaratmaya çalışıyor. 

Türkiye’ye bu avantajı kazandıran şey, İdlib ile Fırat’ın doğusu arasında oluşan ‘fasit denge’. 

Suriye’nin toprak bütünlüğünü kırılgan halde tutan ve Fırat’ın doğusunun varlığını İdlib’e, İdlib’in varlığını da Fırat’ın doğusuna bağlı kılan bu denge şu ayaklar üstünde duruyor: 

- Suriye savaşının temel unsuru olan ve bugün büyük çoğunluğu terörist olarak nitelenen grupların elindeki İdlib, Amerika ve müttefiklerinin tehditleri yüzünden Suriye devleti tarafından kontrol altına alınamıyor. 

- İdlib’in kontrol altına alınamaması, Amerika’nın yasadışı varlığını ve Fırat’ın doğusu sınır olmak üzere Suriye’yi ikiye bölen yasadışı eylemini dokunulmaz kılıyor. 

- Amerika’nın yasadışı varlığını sürdürmesi ve Fırat’ın doğusunun Suriye’nin toprak bütünlüğüne katılmasına izin vermemesi, İdlib’in devlet kontrolü altına alınmasını önlüyor. Dolayısıyla bu denge bir fasit daire ile taraflarının birbirini yaşatmasını sağlıyor. 

- Rusya, bu fasit daireyi kırmak için Türkiye’ye Amerika’nın Fırat’ın doğusunda yaptığı işin aynısını Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile yaptırıyor. Soçi anlaşmasıyla Türkiye’nin İdlib konusunda gönlünü ediyor. Böylece hem Amerika-Türkiye ilişkilerini bozmaya hem de PYD’yi Amerika’dan uzaklaştırıp Şam’a yaklaştırmaya çalışıyor. 

- Türkiye, Rusya’dan aldığı Suriye vizesi sayesinde Amerika-PYD ilişkileri üzerinde baskı oluşturuyor hem de Suriye topraklarındaki hakimiyet alanını genişletiyor. 

Bütün bunların sonucu olarak Suriye’nin egemen bir devlet tanınmaması, toprak bütünlüğünü sağlamasına izin verilmemesi, silahlı grupların ve terörizmin varlığını garanti ediyor; ama bu fasit denge en çok da zahiren bunlardan şikayet edenlerin işine yarıyor. 

‘Fasit dengede’ Amerika çatlağı 

Amerika’nın çekilme kararı, Fırat’ın doğusu ile İdlib arasındaki ‘fasit dengede’ çatlak oluşturdu. Amerikan güçlerinin çekilmesi gerçekleşmesi halinde ise artık bir çatlaktan değil, bir kırılmadan söz ediyor olacağız. 

Erdoğan’ın açıklamalarından, Amerika’nın çekilmesinin Ankara’nın ‘fasit dengedeki’ avantajlı pozisyonunu etkilemeyeceğini düşündüğü anlaşılıyor. 

Nitekim ‘güvenli bölge’ adı altında Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine bir de Menbic’i ve Doğu Fırat’ı eklemekten, Erdoğan’ın ifadesiyle “TOKİ olarak bu işin içine girmekten” “500’er metrelik bahçesi olan, içinde iki kat zemin artı bir gibi konutlar”yapmaktan ve Suriye’de “yeni bir hayat başlatmaktan.” [12] söz ediyor. 

Putin’in muradı 

Putin, Erdoğan’ın bu şeklide tefsir edeceğini tahmin etseydi, Adana mutabakatını gündeme getirir miydi bilemiyoruz. 

Zira Adana mutabakatının ruhu [13] ve Moskova’nın Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü konusundaki sürekli vurgusu dikkate alınarak Putin’in bunu gündeme getirme amacı, şöyle özetlenebilir: 

- Fırat’ın doğusu “güvenli bölge” adı altında Amerika ile Türkiye arasında pazarlık konusu yapılabilecek bir gayrimenkul değildir.

- Tüm Suriye topraklarının olduğu gibi Fırat’ın doğusunun da sahibi ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ devletidir. 

- Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması da Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi de her iki tarafın dostu olan Rusya açısından önemlidir. 

- Ancak Moskova ve Şam, Türkiye gibi PYD’yi bir terör örgütü olarak görmüyor. Dolayısıyla da Rusya, “Şam’ın Kürtlerle diyalog içerisinde olmasını teşvik ediyor.” “Bunu, hem Suriye toplumunda birlik sağlayacak hem de komşu ülkelerin hayrına olacak” [14] bir politika olarak benimsiyor. 

- Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinden kaynaklanan güvenlik kaygıları, Kürtlerle olan sorununu diyalogla çözen Suriye devletinin tüm toprakları üzerinde egemenliğini yeniden kurmasıyla giderilebilir. 

- Ankara’nın güvenlik kaygısını giderecek, Suriye’nin de toprak bütünlüğü ihtiyacını karşılayacak olan hukuksal zemin ise Adana mutabakatıdır. 

Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyi ve Fırat’ın doğusu ile ilgili olarak Amerikalılarla ‘güvenli bölge’ pazarlığı yapmaya değil; Şam’la siyasi ilişki kurmaya ve zaten var olan hukuksal mekanizmayı işletmeye ihtiyacı vardır. 

Sonuç 

Putin’in Adana mutabakatı önerisi, tüm tarafları bu kırılmadan en az zararla çıkarmaya yönelikti. Çünkü fasit dengenin Fırat’ın doğusundaki ayağı kırıldığında, hiçbir yer mevcut haliyle kalmayacak. 

Kırılma sonrası süreç, Suriye’deki tek düzen kurucu aktör olan Rusya’nın ajandasına göre belirlendiğinde yaşanması muhtemel gelişmeler şunlar: 

- Şam, yerel idareler yasasını PYD’nin talepleri doğrultusunda günceller ve taraflar üniter sınırlar içerisinde anlaşmaya varır. 

- YPG/SDG Suriye ordusuna katılır. 

- Fırat’ın doğusu Suriye’nin toprak bütünlüğüne dahil olduğu için Soçi anlaşmasını sürdürmenin ve İdlib’deki mevcut durumu sürdürmek için sebep kalmaz. 

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgeleri terörle mücadeleye yaptığı katkı ve Türkiye’ye teşekkür töreninin ardından -Ankara Şam’ı tanımadığı için- Suriye’deki Rus komutanlara devredilir. 

Amerika’nın çekilmesi sonrasında süreci Ankara, Adana mutabakatına dair yaptığı tefsir doğrultusunda belirlerse de muhtemelen şu gelişmeler yaşanır: 

- Amerikalılar, “bizim PYD ile Suriye’de yaptığımız işi Türkiye ÖSO ile yapıyor” diye düşünür. Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayamaması ve müdahalelere açık tutulması için Türkiye’nin kuracağı güvenli bölgeyi destekler. 

- Suriye, Rusya ve İran da Afrin’den Irak sınırına kadar Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin güvenli bölge kurmasına seyirci kalır.

- Türkiye, ÖSO adını taşıyan silahlı gruplarla birlikte hem SDG/YPG’yi hem de IŞİD’i yok eder. 

- İdlib’deki mevcut durum kalıcı hale getirilir.

- Ankara, Şam’ı tanımadığı için IŞİD ile SDG/YPG’nin yok edildiği bölgeler, operasyona katılan ÖSO unsurlarına bırakılır. Bu bölgeler İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun atadığı kaymakamlar tarafından yönetilir. 

Yani eğer birinci ihtimal gerçekleşirse, Putin’in yorumladığı şekliyle; ikinci ihtimal gerçekleşirse Erdoğan’ın yorumluyla Adana mutabakatı Türkiye’nin “berat belgesi” olur. 



–––––––

[1] Milliyet. 12 Aralık 2018, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Fırat'ın Doğusuna Operasyon Açıklaması 

[2] Sputnik. 25 Ocak 2019. Erdoğan: Adana mutabakatı bize Suriye'ye girmenin önünü açıyor 

[3] Hürriyet. 27 Ocak 2018. Bakan Soylu: Azez'de, Cerablus'ta, Marel'de kaymakamımız var 

[4] Habertürk. 25 Ocak 2019. Cumhurbaşkanı Erdoğan: Adana Mutabakatı Türkiye'nin ağırlığını hissettirecek 

[5] AA, 25 Ocak, Cumhurbaşkanı Erdoğan: Güvenli bölge sözü yerine gelmezse biz oluşturacağız 

[6] YDH. 13 Ocak 2019. Suriyeli muhalifler: Bizi peçete gibi kullanıp attılar 

[7] Radikal, 29 Eylül 2015. Davutoğlu'ndan Rojava açıklaması! 

[8] Milliyet. 2 Aralık 2017. SDG'nin kaçan sözcüsü Talal Silo her şeyi anlattı! 

[9] YDH. 17 Aralık 2018. Şam: Fırat’ın doğusunun vatana dönmekten başka alternatifi yok 

[10] CNN Türk, 1 Mart 2016. Rusya'dan "Suriye'de federal bir model olabilir" açıklaması 

[11] YDH. 7 Ocak 2019. YPG: Şam’la anlaşmak tek yol 

[12] Hürriyet. 15 Ocak 2019. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan kritik 'güvenli bölge' açıklaması 

[13] Gözde Ocak, Sputnik, 25 Ocak 2019. Adana Mutabakatı yeniden gündemde: Ankara’nın Şam yönetimine elini uzatmasının zamanı geldi 

[14] TRT Haber, 23 Ocak 2019. Rusya Devlet Başkanı Putin: Suriye'de kalıcı çözüm üzerinde çalışıyoruz