Sefa Taşkın
Bergama eski Belediye Başkanı
Ayvalık kentimiz Kuzey Ege kıyılarının incisidir. Kaz Dağı’ndan gelen poyraz esaslı bir serinleticidir sıcak yaz günlerinde. Uçsuz bucaksız zeytin bahçeleri Ege Deniz’inin mavi sularına bu topraklarda kavuşur.
Yamaçlara yayılmış zeytin ağaçlarının meyve suyu, zeytin yağının ve dalgalı denizinin küçük balıkları, paparinaların tadı başka bir yerde yoktur.
Başta Cunda/Alibey adası, çevresindeki küçük adalar, karşıdaki Midilli Adası’na uzanan köprüler gibidir. Çokluğundan dolayı belki “ekatonisia = yüzadalar” demiş Helenler onlara. Antik Çağ inancında bu adalar ışığın tanrısı Apollon’la ilişkilendirilirdi.
Ayvalık, bir zeytin ülkesinin başkenti gibidir. Adını aldığı ayva ağaçlarıyla pek ilgisi yoktur. Çevresinde birçok antik kent bulunmasına karşın bugünkü bulunduğu yerde eski çağ izlerine rastlanmaz.
Rumların kente verdikleri “Kidonia” adı “Ayvalık” sözcüğünün Yunancasıdır: “Ayvaların olduğu yer”.
1922’den önce Rumların yoğun yaşadığı kentin adı, Türklerin verdiği “Ayvalık” adının Rumcaya “Kidonia” olarak çevrilmiş hali mi, yoksa tersi mi’dir, bilinmez.
Oysa bu bölge, antik çağda Edremit’ten Aliağa’ya kadar uzanan kıyı toprakları, Midilli adası dahil Aiolis olarak anılan yöredir.
Bir Helen boyu olan Aioller, İ.Ö.1200’lerde, 3300 yıl önce, Yunanistan anakarasından gelip bu kıyılara yerleşmişlerdi. Belki Ayvalık adının kökeni bu sözcükte aranmalıdır.
Yıllarca küçük bir yerleşim olarak var olmuş olması olası Ayvalık, 18.yüzyılın sonlarından itibaren müthiş bir gelişme gösterir.
Kafkas kökenli olup Osmanlı donanmasında ünlenen, Cezayir dolaylarında dahi savaşan Hasan Paşa, bu küçük yerin kaderini değiştirir. Yanında gezdirdiği aslanlarla anılırdı bu Paşa.
Osmanlının Ruslarla savaşında, Cezayirli Hasan Paşa komutasındaki Donanma Çeşme’de Rus donanmasının baskınına uğrar ve imha edilir.
Bu savaşta kahramanca savaşmasına karşın yenilen Hasan Paşa canını kurtaracak, Anadolu’nun Ege kıyılarını dolaşa dolaşa İstanbul’a varacaktır.
Yolda uğradığı Ayvalık’ın Rumları onu hoş karşılayacak, ağırlayacak, koruyacaktır.
İstanbul’a dönen Paşa, Padişah III.Mustafa tarafından önce Beylerbeyi, sonraları Kaptanı Derya yapılır. Devlette önemli yerlere gelir.
Ayvalıklı Rumların ona yaptığı yardımı unutmaz ve kentten hiç vergi alınmamasını sağlar. Kentte Türk azdır.
1839’da Padişah Abdülmecit döneminde yayınlanan Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimlerin mülkiyet sahibi olmasının, dış ülkelerle ticaretin neredeyse serbest hale gelmesinin ardından Ayvalık iyice zenginleşir. Mali yönden otonom/özerk gibidir.
Yerli ve buraya göçen Rumlar bu ticaretin merkezindedir.
Öyle ki kentte Rumlara yönelik bir üniversite bile açılır. Balıkesir-Soma’dan Bergama yoluyla demiryolu döşeneceği beklentisiyle bir gar binası bile inşa edilir.
Pembe-kızıla çalan Sarımsaklı taşıyla yapılmış güzelim evler her sokakta boy gösterir. Adalı taş ustaları bu alımlı yapıların ortaya çıkmasında tüm hünerlerini gösterir. Ayvalık artık bir Avrupa kenti gibidir.
1922’de Rumların Yunanistan’a göçü ve nüfusların karşılıklı değiş tokuşu, “Mübadele” sonrasında boşalan kente karşı kıyılardan, özellikle Girit ve Midilli adalarında gelen Türk muhacirler yerleştirilir.
Hayat kendine yeni yollar bulur ancak, bu dönemde yaşanan derin acıların anıları her iki tarafta da hâlâ unutulmaz.
Ayvalık’ın yeni sakinleri geldikleri topraklarda da yaygın olarak bulunan zeytinliklerin işletilmesine yabancı değildir. Kent, becerikli muhacirlerin elinde zeytinyağcılık, sofralık zeytin ve sabun yapımında Türkiye’nin en önemli odağı olur.
Ulaşımın çok sıkıntılı olduğu yıllarda uzun zaman İstanbul’dan İzmir’e çalıştırılan yolcu vapurları Ayvalık’a uğramadan geçmez.
Serin havası, beyaz köpüklü denizi, uzanıp giden ince kumlu kumsalları, hele sapasağlam ayakta duran taş evleri özellikle İstanbul ve Ankaralı varlıklı aileleri, yüksek bürokratları yaz tatili için kente çeker.
Bu ortamda zeytincilikten gelen gelirle birlikte kent, yeniden Avrupai bir havaya bürünür.
Şimdi, hele Cunda adasındaki balık restoranlarıyla turizm için bir cazibe merkezi olmayı sürdürüyor.
Böylesine ilgi çekici bir geçmişe sahip olan, coğrafi olarak işaretlenmiş kendi adıyla anılan zeytin ağacı çeşidiyle dünyaca tanınan Ayvalık son zamanlarda başka bir konunun odağında.
Yörede yaşanan bir çevre felaketi bizi uyarıyor.
Sırtını Kozak yaylasına uzanan yükseltilere dayayan kentin; komşu yerleşim, eski adı Ayazma (Kutsal pınar) olan Altınova ile birlikte karşı karşıya kaldığı tehdit tüm ülkenin dikkatini çekiyor.
Zeytin cenneti Ayvalık ve yöresi, yıllardır Karaayıt köyünde işletilen demir cevheri içeren madeninin işaret ettiği bir çevre felaketi ile yüz yüze.
Nedir bu felaket?
Nedenleri ve bize yaptığı uyarı nedir?
Ayvalık ve Altınova’nın sırtına yaslandığı yamaçlar yüksele yüksele, şemsiyeye benzeyen görünümleriyle ünlü fıstık çamlarıyla kaplı Kozak yaylasına çıkar.
Olağandışı görümlük doğasının yanı sıra, bir zamanlar pahalı fıstığıyla yayla insanlarını refah içinde yaşatan bu ağaçlar şimdi, büyük olasılıkla çevre kirliliği nedeniyle ürün vermiyor.
Yakındaki termik santralların yaydıkları gazlar ve taş ocakları muhtemelen Kozak yaylasının doğal dengesini bozup çevrenin canına okuyor.
İşte Kozak’a çıkan bu yamaçlara yerleşmiş Karaaayıt köyü yakınında 2009 yılından beri bir demir madeni işletiliyor.
İşletmenin sahibi Bilfer Madencilik Şirketi. Şirketin CEO’su ise Ankara Sanayi Odasının eski Başkanı Sezai Özel.
Maden köye 300 mt uzaklıkta ve dağlardan denize doğru yayılan Altınova tarlalarını, 10 bin hektar alanı sulamak için yapılan Madra barajına 3 km uzak. Köyün kıyısından geçen bir dere baraja akıyor.
Bu madende topraktan çıkarılan demirli cevher çeşitli yöntemlerle işlenerek demiri alınıyor, geriye kalan “pasa” denilen atık yakın bir yerde biriktiriliyor.
Sorun burada başlıyor. Bu atıkların içinde, cevherde demirle beraber bulunan, başta arsenik olmak üzere ağır metaller de bulunuyor. Arsenik bildiğimiz fare zehri. Sulara karıştığında çok miktardaysa canlıları öldürüyor, az miktarda ise vücutta birikince kansere yol açıyor.
Bu nedenle, eğer bu tür madenlerin işletilmek zorunluluğu varsa, “atık barajı” da denilen atıkların biriktirildiği yer, yer seçimi, denetimi çok önemli.
Atıkların gevşek zemin nedeniyle yer altı sularına karışması, ya da atık barajının yıkılması, çökmesi, çatlaması gibi nedenlerle yer üstü sularına karışması çevre felaketlerine yol açıyor.
Anlaşılan, son zamanlarda Ayvalık-Karaayıt Demir Madeninde yaşanan tam da bu!
2021 Ocak ayında atıkların biriktirildiği yerde böyle bir çökme olmuş, zehirli atıklar köy yakınındaki dereye karışmış.
Karaayıt köyünden Hüseyin Kocakanat, bu derenin sularını içen birçok keçisinin öldüğünü iddia etmiş.
Bu iddiayı reddeden işletmeci şirket önlem için atık biriktirme alanının beton bloklarla desteklemek istemiş.
Ancak bu kez de 2021 Aralık ayında, yoğun yağışlar sonucu bu bloklar da yıkılmış ve atıklar yakındaki dereye, oradan da binlerce dönüm arazinin sularını sağlayan Madra Barajına akmış.
Bu duruma Ayvalıklı çevreciler ısrarla karşı çıkıyor.
Tabii ki insanlar zehirlenmemiş, temiz bir çevrede yaşamak istiyor. Bu insanlık ve yurttaşlık hakkı.
Bu durum, Ayvalık’ta yaşanan bu çevre kirliliği olayı, çevreye ve insanlara zarar verebilecek işletmeleri, bu işletmeler için verilen izinleri, uygulamaları sorgulamayı gerektiriyor.
Ülkemizin her yanında sayıları gittikçe artan atık barajlı/havuzlu maden işletmelerinde olabilecek kazaların yol açabileceği çevre felaketleriyle ilgili çok dikkatli ve özenli olunmalı.
Doğa her zaman kendini yenileyemiyor.
Ölüyor!
Elbette para önemli ama yaşam karşısında her şey değil!
Ayvalık uyarıyor. Sıra nerede?
15 Ocak 2022
https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ayvaliktan-cevre-felaketleri-uyarisi-1900454